ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER

Tutsana Ellerimi

Sana bu karanlık
Bu gürültü içinde
Ellerimi uzatıyorum
Sen
Bu karanlık
Bu gürültü içinde
Görmüyorsun
Bütün köşeleri tutmuşlar
Ortada meydanlar
Gözler içinde.
Sana anlatamıyorum
Bütün bu köşeler
Bu karanlık
Bu ıslak
Bu gürültü
Tutsana ellerimi, ellerimi
Görmüyor musun?

Birtanem

Böyle ayıp bir dünyada
Çocukların yüzüne bakamıyorsun.
Köpeğin kuyruğundaki dost selamıdır bu
Görmüyorsun.
Küsmüşsün belli
Şaşırmışsın da.
Haklısın,
Değilsin de.
Dön hele bi kez kendine
Namuslu ve cesur
Ve sor korkmadan
Ne yaptım de bugüne dek insanlarıma
Değişen bu dünya harcına ne kattım.
Milyon çocuk gülüyor çiçekler gibi
Doğan her yeni güneşe.
Tutuşuyor bunca sevda salıncaklarda
Yeni döllere
Yepyeni günler için
Ve özlenen bu güzel dünya için
Susuyor kaskatı cânım insan sevgisi
Sınırlarda çarmıhlı.
Bi tanem
Nefessiz bir yürek taşıyoruz günlerde hasılı
Öksüz gönlüm
Gülyüzünde
İpsiz asılı.

İtiniz

Sıraselviler’e yeni dikilen
Beş yıldızlı otelin kapısına
“Push it” diye yazmışlar.

Elin amerikanı
“İt”e puş der.
Oysa bizde puşt
İki okka gaza
Koca dünyayı çocuklarıyla
Ölüme satan “it”e derler

Sizi İlgilendirmez Efendim

Zeytinburnu İlkokulu
87 ders yılı
Birinci sınıf
İlk gün
Öğretmen Cemil’e aylık
Yüzkırkbin.

Öğretmenim sana bi şey diyeceğim
Önce adın ne senin kızım
Hülya öğretmenim
Söyle bakalım ne diyeceksin
Burda olmaz efendim
Peki gel şöyle,
Söyle.
Bu yakası beyaz göğüslüğü anam bana dün aldı
Bu yeni çanta
Yemek tası
Ayakkabılarım
Yeni hepsi.
Anam çok üzülür
Sakın sınıfta bırakma beni.

Duyuru

Bindokuzyüzkırklarda bir tatil günü
Şaşkınbakkal’daki ahşap evin sofasında
Yedi şişe marmara ile
Andersen’in Kibritçi Kızı’na ağlamıştık
Önce kuşları sevdik yumuk ellerimizle
Kış günleri pencereye bakan
O serçe kuşları.
Buğulu camlarımızda terleyen yazılar
Komşu arsadaki kafakarış oyunları
Hepsi üst üste iç içe
Birbirine sarılmış düşler gibi.
Sonra bir garip zaman yürüdü ellerimize
Bi büyüdük sanki başka olduk
Uçtu o telaşlı serçeler
İnsanlar gördük ortada
Açlar işsizler evsizler
Hele kimsesiz çocuklar
Durduk şiirler yazdık.

İnsan diyorduk
Tek ve güzel yaratık
İnsan diyorduk
Tek ve zavallı ve yalnız
Oysa milyarlar yaşıyordu bu dar dünyada
Böyle birbirine yakın
Böyle üst üste ve iç içe
Ve bu haksız oyunlar
Ve bu lanet savaşlar içinde.
Günün yürüyen her saatinde
Binler geliyordu dünyaya
Ve bu artık öyle tek tek doğmak değil
Topluca selamlamaktı yeryüzünü.
Tekler yenik terk ediyordu alanı
Yalanı dolanı haksızı çirkini
Bitmişti oyun, biz geliyorduk
Doğru güzel ve haklı olarak
Halk olarak
Ve insanları şimdi seviyorduk
Halkları bağrımıza basarak.

Lorca Kardeşim

Ölmek istemiyorum diyordu içinden.
İri taşlı kirli bir duvar önünde
Fazla bekletilmeden
İki beyaz bulut geçti
Ve iki beyaz kelebek
Mavi bir diken üstünde
Sevişemeden uçtular.
Her şey ortada soğuktu
Ve güneş sabahları bilerek dikine çıkıyordu.
Biz bütün bu olanları
Anlaşılmaz bir uzaktan seyrettik
Kapılarımız inadına üzerlerimize çiviliydi. v Korkak sokaklarda sarı ışıklar
Geceler boyu çekinmeden umutlan yedi.

Bilinen bir dua için eğri çıkıyorlardı tepeyi.
Ötekiler orta yerde durup bir başka şarkı tutturdular
Ve sabahları boşuna bir erkende
Budalaca düşlerini anlatıyorlardı.
Biri bir kuyu dibinde
Dipten yukarı ışıklara bakıyordu
Yukarda çırpınan bir böcek
Boşuna suyu karıştırıyordu.
Ölmek istemiyorum diyordu.

İki beyaz bulut
Ve iki beyaz kelebek
Mavi bir diken üstünde
Sevişemeden uçtular.
Gün ertesi
Çirkin bir ışıkta
O yıkık taşlı kirli duvar önünde
Koca kafalı bir koyun otlattılar.

Ölmeye Vakit Yok

İnanmak gerekir güne.
Bütün dertleriyle dün.
Durmayın çaba getirin güne.

İnsanlar güzeldir.
İnsanlar iyidir.
İnsanlar güçlüdür.
İnanmak gerekir güne.

Kocaman bir yürek taşıdım getirdim
Bütün umacılardan korkusuz
Gelinlerden güzel
Sınırlardan üste
Tüm bayraklardan renkli
Yaşamın temeli direği
İnanmak gerekir güne.

Gelincikler toprakta gelindir.
İnsanın umudu insanda.
Gerçek korkmadan soyunur
Güzelim güneş alnında.

Kocaman bir yürek taşıdım getirdim
Tüm bayraklardan renkli
Peter Con
Pietro Petrovna
Ali.

Kavruk Meydan

Nereye gelip gelip de durursunuz.
Hepiniz böyle misiniz.
Upuzun kavruk bir meydan
Kapıların hepsi üzerine açılır
Yürür yürür de yorulursunuz.
Korkarsınız telaşla çıkmak için
Çöker de çöker üzerinize aynalar
Ağlayamazsınız.
Donarsınız konuşmak için bir kandil aydınlığında
Durursunuz da
Titreşir ölü yüzlü azizler
Anlayamazsınız.

Anlayamazsınız
Her şey çivilenmiştir
Çakmışlardır sesleri duvarlara
Renkleri tutup götürmüşlerdir.
Düşlerde düşülmez peşlerine bunların.
Zavallı bir zangoç
Şaşırır elindeki iple
Bir yortu gününde yangını
Ama çıkar damın üstüne
Avazı yettiği kadar bağırır.

Nerde olursanız olunuz
Mutlu bir balıkçı çekmiş ağları denizden
Benim için de şarkı söyler.
Bir kuş düşürür ağzından götürdüğünü
Telaşsız döner alır.
Ye upuzun o kavruk meydan
Bir ışıklı güzel günde
Biter de,
Geride kalır.

Çocuklar Ağlamasın

Çocuklar ağlamasın
Hiç ağlamasın
Güneşte yunmuş bir damla su.
Ama siz ağlayın payınıza düşeni
Bilerek, ederek
Ve de hiç hak geçirmeden
Şu perişan rahatlığınıza
Ne hale getirdiğiniz bu dünyaya
Namusluca, utanarak ağlayın.
Ama çocuklar ağlamasın
Hiç ağlamasın.

Dost

Kaldığımız yerdeyim
Bir gelin duvağı gibi
Uzak ve yakın
Bir çınar gölgesinde serin
Sıcak bir insan sevgisinde
Çok güzel.

Ağaçlar Göklere Tutunmaz

Günlerden bir Salı olsun yani
Saatlerden gecenin ikisi mutlaka
Kocaman bir liman şehri düşün
Testekerlek bir ay ışığında
Evleri damları sokakları
İnsanlarıyla lambaları
Uyur olsun
Derin.
Bir çocuk nefesinin bu pembesinde
Ölümü görmüş bir yılan telaşında değil
Şartlanmış insan budalalığında beter
Gökteki yıldızların faltaşı gözleri önünde
Koparsınlar o mel’un kıyameti.
Yanmış bir somun gibi
Kopsun bulutlar ortasından ikiye
Şaşırsın her şey
Uçamasın kuşlar
Renkler zaten bahane peşinde
İnsanlar uyansın da ne etsin.
Bir tek o çığlık
Derin derin kuyular dibinde
Örtsün ölümü ölümlerin üstüne
Islak yapışkan pis bir karanlık
Gelecek günlere sabrımızı tüketsin.

Ağlasana Sultana

O bir balıkçı karısıydı
Mevsimini kıyılarda geçirdi
Akşamları ses getiren denizlerde
Gölge olur
Kocasını beklerdi.
Bir gün oldu kocası öldü
Ve balıklar vaatlerinde durmadılar
Gelmediler kıyıya.
Bugün o denizlerden karaya vurmuştur
Sevgi satıyor sokaklarda ibadullah.
O bir balıkçı karısıydı
Mutluluğu pul pul örerdi ağlarda
Şimdi sokaklarda bir ana
Gülemezsen ağlasana Sultana
Ağlasana.

Baba Ne Oluyoy?

Nenemin ninnisi
Salıncak ipiyle uykulu
Yumuk gözleriyle pişman masallar
El yordamıyla ebe ortada
Kim uydurdu bu saygısız yalanları.
Söyle bubam
Söyle bi tanem
Dokuz başlı bu ejderi
Kim
Nasıl
Ve ne zaman soktu bu tarlaya
Anya manya
Kum pan ya.

Bedros

Kalamış, Todori’den başlar
Kocamış çınarların gövdelerinde yazılar
Onları kazıyan eller çoktan gitmiş
Şimdi yenileri geçiyor kumlardan.
Naylonlar
Nesebi karışık kutular
Kabuklar, ekmek artıkları
Eşlerini erken yitirmiş pabuçlar
Her şey öylece
Her şey olduğu gibi
Sırnaşık bir kedi kadar.

Bu yıl lodoslar çok oldu.
Hele geceleri kuduran rüzgar
Gün ertesi
Lodosçuların çivili değnekleri
Denizden kaçan sesleri aradılar.

Kalamış keyifli bir yerdir.
Kıyıda tembel kayıkları
Utanmış kirli denizle allı mavili
Susarlar öyle Kurbağalıdere’ye kadar
Kurbağalıdere’de Reşit Paşa’nın sokağı
Pasaklı bir mahalle yosmasının sevecenliği
Örter yüzünü, istediğini yapar.
Ondan sonra,
Ondan sonra artık gürültü başlar.

Bubam Benim

Gözlerim yüzünde kaldı
Seninkiler bende
Ellerimiz üşüyor
Söyleme kimseye.

Çağırın Gidenleri

Döne döne bu çile masmavi
Saman sarısına sarılmış türkülerimiz
Döne döne.
Yusyuvarlak memeleri anaların
Çocukların ellerinde döne döne.
Bir belalı tutkudur bu yaşam
İnançlarımız içimizde tütsülü Sanki döne döne.
Koyvermeyin gidenleri
Çağırın
Bir yudum su içinde uykularımız
Gülen yüzlerimiz
Ağlayan anamız
Hapisliğimiz
Özgürlüğümüz
Bu zulüm
Bu sevgi
Bu hepsi
Döne döne.

Çekme Gözlerini Yüzümden

Harfler ne zaman göklerden indi
Yorulmaz mı hiç bin yıllar içinde sözcükler
Yetmedi meramındaki bu telaş sevgiye
Çekme gözlerini yüzümden
Bütün diller bitti.

Gel Gör ki Bu Halım

Merhaba gözümün ilk ağrısı
Peşinden ömrümü koşturduğum
Bi yorulmaz umut.
Damda küsülü kalmış uçurtma gibi
Hoyrat iplerde tersyüzü
Garip gönlüm.
Sevdanın bugünkü bu acımasız yağmasında
Susup da söylemediklerim
Merhaba.
Telaşlı bir serçedir içimdeki
Sabrına korkusu bulaşmış
Sanki gününe razı.
Kirli bir bardakta artık su gibi
Sessiz ve suskun
Ve biraz da böyle utanmış.

Gelin Kavak

Ben bu korkuyu biliyorum
Nasıl ve niçini olmayan
Asılmış bir adam gösteriyorlar
Gülüyor.
Bu hikâye burda bitmiştir
İnsanları konuşmak istemiyor.

Önce yağmurlar unutuyor toprağı
Çatlamış duvarlarda sabahlar
Kirli kirli uyanıyorlar.
Ve günlerden bir gün
Kanatları kurumuş o tek kuş da
Havada donup öylece kalınca…
Gerçek mi diyorum
Senin bu güzel başın
Benim yorgun ellerimde susuyor.

Bilmediğim bir erkende
Böyle beklenmeden geliyorsun.
Önce düşlerimizi bölüşelim
Sonra bizim olan gerçekleri.

Renkli camlardan ev yapmış bir çocuk
Yemeğe gelmiyor
Ve bir gelin kavak
Yapraklarında telli ışıklar
Naz bilmeden kendini güne veriyor.

Güneş Ufuktan

Tut elimden anne
Beni eve götür
Tatar mahallesindeki
Üç gözlü toprak damlı eve.
Ben silerim bu kez
Lamba şişelerini hohlayarak
Ben üflerim mangalı
Közleri kör olmuş
Kararmış
Kapkara.
Tut elimden anne
Beni eve götür
Hat boyunda beklerim Mustafa Kemal’i
Kalpaklı çizmeli.
Allı mavili maytaplar yakarım
Görsün diye
Tutsun diye yine elimden
Dönüp gelsin Kuvayı Milliye artık.

Güneşin Kulağında Karanfil

Sabah kalkıyorum
Bir karanfil takıyorum kulağına güneşin
Dipdiri kırmızı bir karanfil
Yeni bir güne başlamanın afisi.
Bir güzelleniyor güneş
Bir delleniyor
Şöyle erkek
Şöyle cesur
Şöyle raconu üstüne üstüne
Heeyt bre

Her Şey Boşlukta

Yağmur severim
Dut ağacım severim
Çiçek toplayan sarı çocuk Renkler güzel değil mi?
Seni severim.
Yukarda dost yıldızlar var, bilirim.
Ama geceler karanlık olur
Alır gözlerimi götürür
Işığı severim.

Yağmur severim
Dut ağacı
Gülen çocuk
Merhaba rahatı özleyen insan
Kapının açığını severim.

Nereye?

Kurbağalıderenin kayıkları
Bedava yanaşırdı çalgılara
Babamın Fahrettini şişede
Kara zeytinler evden gelirdi
Ve dereye düşen sarhoşlar da
Don gömlek kururlardı kıyıda.

Ben yüzmeyi Haliç’te öğrendim.

Heykeller Bir Gün Konuşur

Dert derim
Beterini bilir
Ölüm derim
Asıldı der inancından
Sana insanlardan söz edeceğim
Her şeyi söyleyeceğim derim
Bakar yüzüme güler.

Önce Umut Vardı

Analar yol düzünde gider demişler
Anam yol düzünü hiç görmedi
Yıl 1922
Eskişehir Tatar Mahallesi
Kerpiç evimizde
İsli lâmbanın diyeceği vardı
Teneke mangalda kömür
Küskün kara ocakta kül vardı.
Basma entarisinde gül anam
Damı delen yağmurlara
Küfrü vardı.
Ama umut vardı.
Tas vardı tencere vardı kova vardı
Tın tın tık tın tın tık
Tın tın tık tın tın tık
Tın tın tık
Tın tın tık
Tın tın
Tın

Son Fin

Önce hava bitecek
Sonra
Sonrası ne
Bitecek işte.

Taşlı Yazı

Üç el yamanmıştı geceye sivri.
Korkunun ötesinde ateş yakmıştı çocuk
Kimse bir şey diyemedi.
Önce bir yerinden başladı
Kocaman kara kırmızı mor
Kımıldadı deli taşlar
Denizler bitti.
Çıldırıyordu yağmursuz toprak
Kaynadı ağaçlar kuşlar bulutlar
Doğa yarattıklarını yedi.
Sustu insansız dağ taş yorgun
Delinmiş göklerde yıldızlar
Yerlerine dönüyorlardı.
İşte bu upuzun sersemlikte
Çatladı bir küçük taşın sabrı
Daha küçük bir böcek çıktı güne
Yaşamı müjdeledi.
Utandı önce o korkusuz kara kırmızı mor
Boşluklara çakılı ışıklar
Doğacak çocuklara sevindi.

Açıldı hemen koca gökler
İnatçı bir son bitiyordu
Tüm yağmurlar indi.
Üç el yamanmıştı geceye sivri.
Ateş yakmıştı çocuk geceye
Kimse bir şey diyemedi.
Şimdi yine döndük geldik
Atomlarla
Bu bitmeyen son.
Nagazaki’de kırmızı elbiseli çocuk
Okşarken parlak düğmelerini
Bir anda yamandı göklere
O küçücük güzel elleri.
Ve işte görüyorsunuz
Kimse bir şey diyemedi.

Tut Elimden

Güneşe serdim aklımı
Gülüm Yunus’u özledim
Dellendi güzele hasret
Durdum peş peşe bulutlar boyadım.
Yetişti çocuklar gökyüzüne
Ellerinde pırıl pırıl yıldızlar
Kafakarış oynadılar.
Mahzundu yeryüzü
Bu çengi düğünden tutsak
Devirdi başını denizlere
Küstü.
Bir ben vardım orda
Yıldızlar
Gökyüzü

Çocuklar habersizdi oyundan.